Emmy ödüllü bir cesaret ve dayanıklılık hikayesi: Mohammed Eyad'in Öyküsü
Emmy ödüllü bir cesaret ve dayanıklılık hikayesi: Mohammed Eyad'in Öyküsü
Esin Erdoğan | 30 Haziran 2021
Bir mülteciyle tanışmak farklı bir deneyim. Kimisi için sarsıcı, kimisi için ise hayatta daha fazlasını yapmak için bir ilham kaynağı olabilir. İş sahibi olmak, eve gelmek, içinde ailenizin olduğu bir eve gelmek, günlük hayatın stresi, iş yerindeki zorluklar, arkadaşlarla çatışmalar gibi tanımların birçoğu bir mülteciyi dinlediğinizde farklı olabilir.
Birçok insan için, hayatını kurtarmanın tek yolu olarak ülkesini terk etme durumunda olmak hayal bile edilemez bir durum. Mohammed Eyad, Türkiye'de yaşayan uluslararası koruma ihtiyacı içindeki yaklaşık dört milyon kişiden biri. Onun hikayesini dinlemek, sadece onun kendi hikayesini dinlemek değil, aynı zamanda bu dünyaya hayatları çatışmalarla alt üst olmuş yüz binlerce mültecinin gözünden bakmak demek.
Mohammed'in kamerası olayları izleyen bir çift göz değil; savaş, çatışma ve yerinden edilmenin dehşetini yaşayan insanların ortak deneyimi. Aynı zamanda, hayatın karanlık gerçekliğini göz önüne koyan ve bu gerçekliğe kafa tutma cesaretini gösterenlerin dayanışmasına, azmine ve cesaretine tanık olan gözlerdir. Mohammed bir görüntü yönetmeni. Daha spesifik olmak gerekirse, kendisine 2020 yılında ‘Kurgu Dışı Bir Program için Üstün Görüntü Yönetmenliği’ (Outstanding Cinematography for A Nonfiction Program) dalında prestijli Emmy Ödülü kazandıran The Cave/Mağara belgeselinin görüntü yönetmeni.
Saygın bir görüntü yönetmeni olmadan önce Mohammed bir fotoğrafçıydı. Çevresinin ve ailesinin fotoğraflarını çekmekten keyif alıyordu. 2011'de Suriye'de çatışmalar başladığında, hobisi daha derin bir tutkuya ve aktivizmin dışa vurumuna dönüştü. O zamanlar bir lise öğrencisi olan Mohammed, Suriye'de artan gerginliğin fotoğraflarını çekmeye başladı. “Hobim mesleğe dönüştü çünkü dünyaya Suriye'de neler olduğunu göstermek istedim. O sırada medyanın gösterdiklerinin yeterli olmadığını düşünüyordum, bu yüzden gerçekte neler olduğunu göstermeyi kendime görev edindim” diyor.
Ailesi güvenlik arayışı içinde bölgeden ayrıldıktan sonra Mohammed olduğu yerde kaldı ve birçok aktivistle tanıştı. Savaş, kırsal bölgelerde çoktan başlamıştı ve Mohammed çevresindeki değişimi belgelemeye devam etti. Çatışmanın ilk birkaç yılında, sivillerin giriş çıkışlarının yasaklandığı Doğu Guta'da yaşadı. Oradayken, devam eden savaşın belki de ilk sarsıcı deneyimini yaşadı. Mohammed, çekim yaptıkları sırada, bilincini kaybetmesine sebep olan ve çevresini harabeye çeviren bir saldırıya yakalandıklarını söylüyor. Mohammed ve arkadaşları güvende kalabilmek için oradan ayrılmak zorunda kaldılar. “O ortamda fotoğraf çekmek gerçekten zordu. Olanların özünü yakalamaya çalıştık ama bizim için gerçekten zorlu ve uzun bir süreçti” diye hatırlıyor.
Neden fotoğrafçılıktan görüntü yönetmenliğine geçtiği sorulunca Mohammed, çatışma haberlerinin 'sıradan günlük haberler' olarak rapor edildiğini ve olup bitenlere herkesin dikkat etmediğini belirtiyor: “Sonraları, dünyanın fark ettiği ve insanların konuştuğu bazı sanatsal ve sinematik çalışmaları duyduk. Bu eserler gerçekte olanları daha geniş bir kitleye anlattı. Bu yüzden olayları anlatacak bir belgesel film düşündük.”
Mohammed, belgeselin çekimlerinde Guta'dan iki fotoğrafçı olan Ammar Süleyman ve Mohammed Khair al-Shami ile birlikte çalıştı. "Fotoğrafçı arkadaşım Süleyman bombalama sonucunda bacağından yaralandı ve sonrasında bacağı ampüte edildi, çalışmamız sırasında evimiz ve ofisimiz bombalandığından ben de hafif yaralandım." Belgesel çekme deneyiminden bahsederken, hâlâ aklından çıkmayan bir anısı var Mohammed’in. “Kuşatma, bombardıman ve ateş altındaki hayatımızın ayrıntılarını unutamıyorum. Savaş uçaklarının, patlamaların ve el bombalarının sesleri hala kulaklarımda çınlıyor. Yaralıların ve hastanedeki çocukların yaşadıkları zihnime kazınmış durumda. Bazen çekim yapmayı bırakıp kendimi çektiğim sahnenin dehşetinden uzaklaştırmak için kenara çekilirdim.” Mohammed, başarısının ve getirdiği övgünün yanı sıra, The Cave'in sadece bir belgesel olmadığının; Doğu Guta'da yaşayan 400.000 insanın günlük hayatı olduğunun altını çiziyor: “Her ne kadar belgesel desek de, bunlar o insanların her gün yaşadıklarıydı, onların gerçeği buydu. Benim görevim ve mesajım doğruyu, gerçeği tasvir etmek. Amacım insanların seslerini duyurmak ve acılarının fark edilmesini sağlamak” .
2018 yılında Türkiye'ye gelen Mohammed şimdi bir öğrenci. Savaşın ve travmanın acı gerçeğine tanık olmalarına rağmen, ancak ellerinde gitmekten başka seçenek kalmadığında Suriye’den ayrılmaya karar verdiklerinin altını çiziyor. Artık güvenli bir yere ulaşmış olan Mohammed, çatışma nedeniyle yarım kalan eğitimine devam etmeye karar verdi: “Eğitimimi önemsiyorum ve Türkiye iyi bir seçenekti. Kültüre ve dile uyum sağlamak başta zordu ama zamanla alıştım. Burada olmayı seviyorum ve burada olmaktan mutluyum. İstanbul özel bir şehir” diye ekliyor.
Sanatında kendini geliştirmenin ve eğitimini tamamlamanın yanı sıra, Suriye'de olup bitenleri resmetmeye devam etmek, Mohammed'in planlarında üst sıralarında yer alıyor. Suriye'deki çatışmanın on yılı aşkın bir süredir devam ettiğini ve bunun yedi yılına bizzat tanık olduğunu hatırlatan Mohammed, Suriyelilere ümit etmeye devam etmelerini söylüyor: Evlerine ve sevdiklerine kavuşma ümidi. Ülkelerini yeniden inşa etme ve daha iyi bir yere dönüştürme ümidi. Mohammed, “Ağır bir bedel ödedik, ancak yine de özgürlüğümüz ve onurumuz konusundaki isteklerimizde ısrar ediyoruz” diyor.
The Cave, çatışma ve travmanın insanları nasıl ve neden sığınma aramaya ittiğini gösteren çarpıcı bir anlatı. Belgesel aynı zamanda kadınların cesareti ve devam eden pandemi ile insanlığın sınırlarının sınandığı bir zamanda daha da anlamlı hale gelen sağlık çalışanlarının dayanıklılığının altını çiziyor.
Belgesel hakkında daha fazla bilgi için: https://films.nationalgeographic.com/the-cave