Tenefüs sırasında, Ivra ve arkadaşları Türkiye’nin güneyinde küçük bir oyun parkının bir köşesinde oturuyor. Gençler çoğunlukla dar kesim kot ve spor ayakkabısı giymiş; bazıları ise süslü şallar takmış ve oje sürmüş. Onlar sohbet edip şakalaşır ve okul ödevleri hakkında konuşurken; yaşı daha küçük olan çocuklar da parkta koşturup oyun oynuyor ve ve bağrışıyorlar.
“Rahatça konuştuğu İngilizcesiyle, başını sallayarak ve öğle arasında stres atan çocuklara hafifçe tebessüm ederek, “Hepsi çok yaramaz.” diyor 13 yaşındaki Ivra. Enerji dolu bir gençten ziyade geçmişe özlem duyan bir yetişkin gibi konuşarak, “Eski okulumda kurallar vardı” diye ekliyor.
Çocukluk hayalleri savaşla yarım kalan bir kız olan Ivra; hâlihazırda Türkiye, Lübnan, Ürdün, Irak ve Mısır’da kayıtlı dört milyon Suriyeli mülteciden biri. Bunun yanı sıra 278 bin Suriyeli mülteci, uluslararası koruma ihtiyacı içinde Avrupa’da sığınma arayışında. Suriye’deki savaş ufukta sona erecek gibi görünmediğinden, mültecilerin sayısının artmaya devam edecek.
Suriye’deki savaşın yarım bıraktığı çocukluk: 13 yaşındaki Ivra, Türkiye’de Suruç kampında yaşayan 25,000 kişiden biri.
Türkiye, hâlihazırda Suruç kampında yaşayan 25 bin kişinin arasında yer alan, Ivra’nın ailesi de dâhil olmak üzere, en çok Suriyeli mülteciye (1,8 milyonun üzerinde) kapıları açmış olan ülke. Suruç’taki çoğu mülteci; geçen sonbaharda, Suriye’de Ayn al-Arab’da yaşanan yaşanan çatışmalardan kaçmış. Ana yoldan görülen ve dağlık tarım arazileriyle çevrelenmiş kampın beyaz çadırları, güneşte parıldıyor.
“Okul açılmadan önce, çok daha az umudum vardı.”
Yaklaşık bir düzine uzun ve beyaz çadır, okulun bahçesine bakıyor ve aya benzeyen kayalık manzaraya renk katan tek şey ise okulun bahçesinde yer alan oyun parkı. Burada, sabahçı ve öğlenci olmak üzere yarım gün eğitim sistemi kapsamında 5 binden fazla çocuk eğitim görüyor. Ivra en çok burada kendini evinde hissettiğini söylüyor.
Arkadaşları dikkatle onu dinlerken Ivra, “Evet, elbette, okul açılmadan önce umudum çok daha azdı.” diyor. Ivra, İngilizceyi Ayn al-Arab’daki evinde Amerikan ve İngiliz filmleri izleyerek öğrenmiş. Orada, arkadaşlarının hepsi İngilizce konuşuyormuş ve birlikte pop müzik dinlerlermiş: “Adele, One Direction, bilirsiniz, OneRepublic.” diye sözlerine devam ediyor Ivra.
Artık eski arkadaşlarıyla neredeyse hiç görüşemiyor. Ayn al-Arab’da yaşayan diğer birçok kişi gibi, arkadaşları da farklı yerlere savrulmuş. Birçoğu; şehirde akrabalarıyla birlikte ya da kiraladıkları dairelerde veya Suruç’un da aralarında bulunduğu mülteci kamplarında yaşadıkları Türkiye’de güvenli bir ortama ulaşmış. Diğerleri ise daha da öteye, Avrupa’ya kaçmış.
Ayn al-Arab’da, Ivra ve ailesi, orta sınıf bir aileydi. Şehir merkezinde, modern, üç yatak odası olan bir evde yaşıyorlardı. Biri mimar, diğeri ilkokul öğretmeni olan anne ve babası; arkadaşlarının çoğunun yaptığı gibi, Türkiye’nin güney sınırında yer alan küçük kasabalardan birinde bir eve taşınabileceklerini söylüyor. Ancak Ivra ve kardeşleri Türkçe bilmediği için; Türk okulları onlar için bir seçenek değildir.
“Ivra’nın babası Ziad, “Nesillerin eğitimden yoksun büyümesini istemiyorum.” diyor. Ziad ve eşi, sonrasında rahat bir şekilde hayatlarını sürdürmeleri için çocuklarının eğitimlerine devam etmesinin daha önemli olduğu konusunda karar kılıp Suruç kampına taşınmış. Suruç kampında, evleri yaklaşık dokuz metrekare büyüklüğünde bir çadır. Üzerinde uyudukları şilteler, gündüzleri bir köşede istif ediliyor. Mutfakları ise bir elektrikli ocak, küçük bir lavabo ve bir mini buzdolabından oluşuyor. Ortak banyolar ve duşlar, yakınlardaki bir konteynerde yer alıyor.
Ivra parlak bir öğrenci. Sınıfta ön sırada oturan Ivra, her soruya parmak kaldırıyor ve her ödevi ilk bitiren öğrenci oluyor. Ancak öğlenci öğrenciler de olduğu için, okulu yalnızca dört saat sürüyor. Ivra için günün geri kalanını doldurmak güç. Ivra “Hep sıkılıyorum.” diyor.
Ayn al-Arab’dayken, Ivra, okuldan sonra arkadaşlarıyla basketbol oynar ve uzun saplı geleneksel bir yaylı çalgı olan tambur dersleri alırmış. En sevdiği yer, pop müzik dinlediği ve saç fırçasını mikrofon yaparak aynanın karşısında şarkılar söylediği yatak odasıymış. Ivra, “Aslında gitar çalmak istiyordum.” diyor; ancak babası Ivra’nın daha geleneksel bir enstrüman çalmasını istemiş.
Ivra, Suruç kampında boş zamanlarının çoğunu film izleyerek geçirdiğini söylüyor. Bir zamanlar Ivra’nın yeni bir dil öğrenmesine yardımcı olan filmler artık yalnızca zamanı dolduruyor. Diğer çocuklar okuldan sonra voleybol ve basketbol oynuyor; ancak Ivra spor ya da müziğe olan ilgisini yitirmiş. Ayn al-Arab’daki hayatını düşünerek, “O, çok uzun zaman önceydi.” diyor.
Okula gitmek dışında yaptığı tek düzenli faaliyet, küçük bir tiyatro grubuyla bir oyunda yer almak. Oyunun yazarı, yönetmeni ve baş aktörü olan 29 yaşındaki Hannan, prodüksiyonun “Ayn al-Arab halkının başına gelen her şeyi –ızdırap, zorluk– anlattığını” söylüyor.
“Nesillerin eğitimden yoksun büyümesini istemiyorum.”
Okuldaki anasınıfı dersliklerinden birinde yapılan bir provada; oyuncular, halıyla kaplı zemine oturmadan önce ayakkabılarını çıkararak yavaş yavaş sınıfa akın ediyor. Bir kadın içeri girerken, Hannan parmağını uzatıyor. “Bu kadın benim annemi oynuyor. Çok ağlıyor.”
Ivra isimsiz bir “liseli kız” rolünü canlandırıyor. Bir sahnede, Hannan’ın canlandırdığı karaktere -nişanlısıyla evlenmesine yetecek kadar para kazanmak amacıyla Lübnan’da iş aramak için Ayn al-Arab’dan ayrılması gerektiğine karar veren Ozad- duygusal bir veda ediyor. Oyunun sonunda Ozad militanlar tarafından ölene kadar dövülüyor ve oyuncuların geri kalanı kayıpları için şarkı söylüyor.
Ivra, prova sırasında şarkının birkaç dizesini söylüyor. “Şarkıyı İngilizceye çevirebilirim. Şarkının, seyirciyi oldukça hüzünlendirmesi gerekiyor.” diye ekliyor.
Ivra Türkiye’ye mülteci olarak ilk geldiğinde, evinden ayrıldığı için üzülmüş ancak yeni bir ülkeyi göreceği için de heyecanlanmış. İlk birkaç hafta boyunca, mülteci hayatı ona bir macera gibi gelmiş. Nihayetinde, bunun yerini düş kırıklığı almış. “Bunun böyle olacağını düşünmemiştim.” diyor.
O zamandan beri, yeni hayatına alışırken, geleceğe yönelik umutları azalmış.
“Çocukken önce bir moda tasarımcısı olacağımı düşünürdüm.” diyor gülümseyerek. “Çünkü modayı, yani aksesuarları vesaire seviyorum.” Ancak ülkesinden kaçtığından beri Ivra, fikrini değiştirdiğini ve artık doktor olmak istediği söylüyor.
“Mülteci kampına atıfta bulunarak, “Moda, böyle yerlere ait değil.” diyor Ivra. “Ve bir mülteci olduğum sürece, hayallerimin hepsinin gerçekleşeceğini zannetmiyorum.”
“Moda, böyle yerlere ait değil.”
“Belki Avrupa’daki arkadaşlarım,” diye devam ediyor. “Belki onların hayalleri gerçekleşir. Belki onlar şarkıcı veya aktör olabilir ya da bir şekilde yeteneklerini kullanabilir.”
Ivra; ilk kaçtığında, ülkesine dönüp bıraktığı yerden devam etme yönünde umutları olduğunu söylüyor. Ancak haftaların yerini aylar aldıkça, artık Ayn al-Arab’a dönmeye dai rçok az ümidi kaldığını belirtiyor.
Hala ergenlik döneminde olan Ivra; savaş hayatını alt üst ettiğinden beri, dış görünüşünün zamanla nasıl değiştiğini derinlemesine düşünüyor. “O zamanlar küçüktüm. Her şeyin mümkün olduğunu düşünüyordum.” diyor.